24 Şubat 2014 Pazartesi

Kendi halinde bir tren hikayesi: Doğu Ekspresi..

Kendi halinde bir tren hikayesi: Doğu Ekspresi..




Bu geziyi aylardır heyecanla bekliyorduk hepimiz. Kars’ı kışın görmek, Çıldır Gölü’nün ünlü kış manzarasının parçası olmak, Sarıkamış’ı keşfetmek temel amacımızdı. İlk heyecan tren bileti alırken yaşandı. Zira biz yataklı kompartman almak istiyorduk, ancak aylar öncesinden plan yapmış olmamıza rağmen tren biletleri ancak 15 gün öncesinden satışa çıkıyordu. Sağolsun Hamuki, yolculuktan tam 15 gün önce sabahın köründe bilet gişesinin önündeydi, ancak bir grubun yataklı vagonu kapattığını öğrenip şok olduk, neyse mecburen kuşetli vagondan yerlerimizi aldık. Bu arada da hepimiz harıl harıl ne ki bu kuşetli diye araştırıyorduk, yataklı ile kuşetli arasındaki farkı ekşi sözlükte bir hayli “net” bir biçimde anlatmışlar. Edepli haliyle söyleyelim, “yataklıda siz … , kuşetlide onlar sizi … “ . Hadi bakalım dedik, hayırlısı :))



Tren zamanı yaklaşınca bir derdimiz de şu oldu: “Yemekli vagonda yer kapmamız lazım!”. Bir gezi grubu yataklı vagonu kapattıysa onlar kesin yemekli vagonu da kapatacaklardı. “Vay hainler”di, “ne kötü insanlar”dı, yemek vagonu bizim olmalıydı! Planlar yapıldı, tren saati 18:00 olduğu halde biz en geç saat beş sularında orada olacaktık. Olduk da nitekim. Ama tren yoktu ki. Neyse tren yanaştı, biz de koşarak vagonumuza yöneldik, hemen ardından da yemekli vagona. Yanımızda haliyle bolca olan montlardan bir kısmını yer tutmak için yemekli vagona koyduk. Sonradan bunu hatırlayıp epey dalga geçtik kendimizle, zira yemekli vagona bizden başka pek uğrayan olmadı yolculuk boyunca, aylardır nasıl yer tutarız diye düşündüğümüz yemekli vagon bomboştu :))



Gecikmeden söyleyelim, bahse konu tren Doğu Ekspresi, Ankara - Kars seferi, 24 saat. Akşam 6’dan ertesi gün akşam 6’ya kadar sürecek (diye umuyoruz). Yolculuk başlarken hepimiz çocuk gibi heyecanlıyız. Ama bir şey eksik.. Bizi kim uğurlayacak. Kimseye el sallamadan nasıl tren yolculuğuna çıkarız? Yelda ve Patron bunu düşünmüş olacak ki tren kalkışından hemen önce pat vagona binip bizi iyice mutlu ediyorlar. Artık el sallayanımız da varsa, yola çıkabiliriz. Önce Yelda’yla, sonra Patronla (Patron trenle beraber bir süre koştu), ve bir süre sonra da Ankara’yla vedalaşıyoruz. Hüzünlü müyüz peki? hmmm.. hayır :))


Yemekli vagonun içindeki restoranın baş aktörü Mustafa idi. Bu restoranın baş garsonu, herşeyi. Burası ondan soruluyor, iyi bir insan kendisi. Kanta para almıyor örneğin. Kant ne mi? Ben de bunu şöyle öğrendim. Yolculuğun başlarıydı, Sertaç Mustafa'yı çağırıp "Çay istiyorum ama içinde çay olmasın istiyorum" dedi. Biz anlamaz gözlerle birbirimize bakarken Mustafa hiç duraklamadan "Sen kant istiyorsun" deyince Sertaç epey duraksadı :) Çünkü o da sıcak suya bir isim verildiğini bilmiyormuş. Başta biraz şaşırdık ama düşününce, yumurtaya can veren Allahım neden sıcak suya ad vermesin ki? Kantı istememizin nedeni de Sertaç’ın getirdiği atom çayı. Neymiş efendim, soğuktan korurmuş. Aslında hepinizin “yahu neden atom çayı, tylol hot içseniz ya” dediğinizi duyar gibiyim. Ah sevgili okur, inan ben de hep bunu söyledim, “bırakın atom çayını, tylol hot içelim” dedim ama grupta beni ipleyen çıkmadı malesef :( Konuyla ilgili (beni destekleyen) yorum bırakırsanız sevinirim.


Kuruyemiş ve (maalesef) atom çayı eşliğinde sohbet koyulaşmaya başlamışken Hamuki “Çok uzun be abi” dedi, Volkan anlamaz gözlerle “Ne?” diye sordu, Hamuki de “Yol abi” deyince epey güldük. Hava karanlık olduğundan manzara yok henüz, biz de tabu oynadık bir süre. Tabu sırasında Mustafa sık sık gelip anlatan kişinin arkasında durup kopya veriyordu. Ama mesela aynı Mustafa çorba isteseniz vermiyordu, o çorba ne zaman hazır oluyor, ne zaman bitiveriyor, bu yolculukta anlayamadık, belki bir dahakine. Uzatmadan söyleyelim bu arada, trende yemekler hiç fena değil, fiyatları da makul. Rakı, bira gibi içecekler de mevcut yine çok yüksek olmayan fiyatlarla. Kendi getirdiğimiz çerez, meyve, börek gibi yiyecekleri de başta çaktırmadan, gizli gizli, zaman geçince de açıktan, rahat rahat yiyip içebildik. Sohbet, muhabbet derken, yatma vakti geldi, temiz çarşaflar, örtüler.. kompartmanlarımıza çekilip güzel bir uyku çektik. 




Sabah, doğan güneşin ilk ışıklarını trende, hem de yattığın yerden izlemenin keyfine doyum olmuyor. Manzaran bir ırmak oluyor, bir köy, bir ova oluyor, bir dağ, bir çiçek oluyor, bir çocuk.. Hiç bitmesin istiyorsun yolculuk. Oysa sabah 7, tam 13 saattir yoldayız, hiç bir yorgunluk yok. Kahvaltı için omlet sözü vermişti akşamdan Mustafa, bizim de canımız istedi tabi sabah, ama Mustafa dedi ki “hepinize yetecek yumurtam yok, 4-5 tane yumurta var” iyi dedik, o kadar yiyelim, 4-5 omlet, 4-5 kahvaltı tabağıyla güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra artık şu karlı dağlar gelsin diye beklemeye başladık.




Öğleden sonrayı buldu karlı manzaraları görmeye başlamamız, Erzincan’ı geçmemiz gerekti. Bulunca da hemen değerlendirmek istedik tabi ki bol fotoğrafla, bu sırada da malesef adını sormayı unuttuğumuz, diğer görevlilerin “müdür” olduğunu söyledikleri görevli yardımımıza yetişti. Bizi tuttuğu gibi trenin en önünde, lokomotifin hemen arkasında olan, içi tamamen boş bir vagona götürdü. Sanırım yük vagonu orası ve sağda solda geniş birer kapı var. O kapıları da bizim için açtı ve arada tren camı olmadan çok güzel kar fotoğrafları çekmeyi başardık. 




Tren Erzurum’a yaklaşırken biz de vagonları bir bir aşarak yemek vagonumuza geri döndük. Ardarda yürüyorduk, ancak vagona gelince fark ettik ki Volkan yok. Bekledik bir süre gelmesini, gelmedi, telefon ettik. Mahsur kaldım, gelicem gibi bir şeyler söyledi. Volkan döndüğünde Erzurum’u geçmiştik. Meğer bir görevli çevirip detaylarına burada giremeyeceğimiz bazı özel sorular sormuş, Volkan’ı kendilerine benzetmiş sanırım. Ve her nedense Ankara’da okuyan kızından bahsetmiş (?) Volkan da yine detaylarına burada giremeyeceğimiz cevaplar vererek uzaklaşmış :)) Bu konu üzerine epey geyik çevirdik tahmin edebileceğiniz gibi. Ne diyelim, hayırlısı neyse o olsun..




Tren yolculuğunun beklenenden her nedense 2 saat uzun süreceğini öğrendiğimizde pek etkilenmedik doğrusu, beklerken kendimize şarkı yapalım dedik. Bu konuda Sinan öncü oldu sağolsun ve epey denemelerden sonra 9 kişi olarak ortaya çıkardığımız ürün “Fışt moriterelelli yar nere gidiyon, fışt moriterelelli yar ne diyon” oldu. Yaratıcılıkta sınır tanımayan KHBAG ekibi bir kez daha bunu kanıtlıyordu. Trenden inmeden hemen önce Mustafa liderliğindeki yemek vagonu personelinin de katılımıyla bu müthiş eseri restorandaki masa, bardak, tuzluk ne bulursak ritm yaparak dakikalarca söyledik, Kars’ın banliyölerinde yankılandı sesimiz. Videosu da var ama paylaşmasak daha iyi sanki, biraz ham :))




Trende 26 saat göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Öyle ki bu kadar yolculuk bizi kesmedi diyen bir kısım KHBAG'lı 2 gün sonraki dönüşü de trenle yapmaya karar verdi. Onların şansına restoranda yine Mustafa varmış, yeni yeni hikayeler anlatmış ama biraz +18 türünden. Burada anlatamayacağız ama bir gün yüz yüze görürseniz bizleri, Aysel hikayesi nedir diye sorarsanız, memnuniyetle anlatırız :)) Volkan da uçakla dönecek şekilde plan yapmışken, her nedense(??) son gün uçağı iptal edip trenle dönmeye karar verdi. Ancak merak edenler için hemen söyleyelim, müstakbel kayın babasıyla karşılaşmamış :( 

Ne diyelim.. Kısmet sonraki seferlere.. 

Rastgele..

Yazı, Video ve Fotoğrafların Her Hakkı Murat Önder ve K.H.B.A.G. na aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder